...
İnsanlar farklıydı, hem de çok.. Yaşlandıklarında da aynılardı.
Kimi insanların da hassas noktaları, değer verdikleri vardı. En zayıf noktaları vardı çoğu zaman.
O hassas noktalarından vurulduklarında yoktu dönüşü..
İşte o tel kopunca, ahenk ebediyen bozuluyordu.
3 yaşlı insanı gördüm düşümde. 3ü de birbirinden farklıydı:
Onlardan biri kabullenmişti artık yaşamış olduğunu, vakit geldiğini.
Diğeri yaşanmışlığını boşvermişti, hala deli gibi asılıyordu, eleştiriyordu, baskın çıkıyordu.
Üçüncü ise can evinden, en sevdiklerinden vurulmuştu. En acısıydı belki.. Karıştırıyordu, çünkü sevdiklerini kaybediyordu. Aklı ordaydı. Bulunduğu yeri de orası yapıyordu. Kapılarını şaşırıyordu. Aklını bıraktığı yerin kapısını, bulunduğu yere taşıyordu.
Nasıl bir sevgiydi?
Nasıl bir can evi?
Nasıl bir yenilgiyi, kaybedişi kabullenemeyiş de her yere olmayanı taşıyış?
İşte bundan korkuyordum. Tam bir aydır kaybederken, en yakınımı, en sevdiklerimden olanı kaybederken.. yıllar sonra bu günleri arayacak olmaktan korkuyordum. Bundandı isyanlarım, bağırışlarım..
Beni bile bile kaybetmesindi. Kaybolsun istemiyordum benden.
Kendi kaybeder.. diyordum. Ama en az onun kadar ben de kaybedecektim. Biliyordum.
Ben babamı kaybetmek istemiyordum..
Bırakma beni.
Tut elinde.
Sarıl.
Dinle.
Konuş.
'Bağırma' diyerek bağırma bana.
Seni sevdiğimi burdan söylemek istemiyorum. Kal yanımda.
...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder